20. Milli Eğitim Şûrası’nı Uyarıyoruz! Okul Öncesi Eğitim Düzeyinde Dini Eğitim, Çocukların Sağlıklı Gelişimi Açısından Uygun Değildir!
02.12.2021 Perşembe20. Milli Eğitim Şûrası’nı Uyarıyoruz! Okul Öncesi Eğitim Düzeyinde Dini Eğitim, Çocukların Sağlıklı Gelişimi Açısından Uygun Değildir!
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 4-6 yaş grubu çocuklara yönelik olarak açtığı Kur’an kursları fiilen sübyan mektebi işlevi görerek mevcut iktidar döneminde okul öncesi eğitime alternatif bir model haline getirilmiştir. Türkiye’de sadece Sünni İslam’ın resmi temsilcisi olan Diyanet İşleri Başkanlığı kısa bir süre önce de 4-6 yaş grubu çocuklar için açtığı Kur’an kurslarının okul öncesi eğitim kapsamında ‘anaokulu’ olarak kabul edilmesi ve okul öncesi eğitime ‘din eğitimi” derslerinin eklenmesini dile getirmiştir.
Anımsanacağı gibi, Memur Sen, 2014 yılında yapılan 19. Milli Eğitim Şûrası’nda, çocuk haklarına ilişkin uluslararası sözleşmelere, Anayasa’ya ve yasalara aykırı biçimde okul öncesi eğitim programına “zorunlu din dersi konulsun” talebini gündeme getirmişti. Bugün de bu talepte ısrarcı olduklarını ifade eden Memur Sen Genel Başkanı, “Cumhurbaşkanının himayesinde” Saray’da başlayan 20. Milli Eğitim Şûrası’nda konuyu yeniden gündeme getireceklerini belirtmiştir.
Eğitimde 4+4+4 dayatması ile kendi siyasal ideolojik hedeflerine uygun nesiller yetiştirmeyi hedefleyen siyasi iktidarın, hedefini daha da büyüterek bilinçli ve programlı bir şekilde daha kolayca ‘şekil verebileceği’ 4-6 yaş grubuna yönelmesi çocukların sağlıklı gelişimini sekteye uğratmaktadır. Henüz oyun çağında olan, somut ve soyut düşünce yetileri gelişmemiş olan 4-6 yaş grubu okul öncesi eğitim çağındaki öğrencilere, hangi neden ya da gerekçeyle olursa olsun, dini eğitim verilmesi, Türkiye’nin de altında imzasının bulunduğu Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin ‘çocuğun üstün yararı’ ilkesi ile temelden çelişmektedir.
Her yaşın belli bir zihinsel olgunluk düzeyi, algılama düzeyi, muhakeme ve soyutlama düzeyi vardır. Bu nedenle de bilgi çocuğa aktarılırken önce çocuğun bu bilgiyi anlayabilecek düzeyde zihin ve duygu gelişimine sahip olması, ardından bu bilginin ağırlığı altında ezilmemesi, yanlış anlama dolayısıyla zarar görme ihtimalinin bulunmaması gerekir. Türkiye’de ‘din eğitimi’ pratiklerinde sıkça karşılaşıldığı gibi, çocuklarda korku, endişe, umutsuzluk, suçluluk duyguları yaratan, çocuğun dini bilgiyi edinmeye hazır olmadığı bir dönemde dini eğitimle karşı karşıya bırakılmasının çocuk üzerinde olumsuz etkilerinin olması kaçınılmazdır. Geçmişte ‘günahları çoğalmadan cennete gitmek için ölmek isteyen’, ‘annesini kapanması için uyaran’ çocuklara ilişkin sayısız örnek yaşanmıştır.
Pedagojik temele dayandırılmayan dini eğitimin en önemli sakıncası, çocuklara sürekli olarak korkunun öğretilmesidir. Bir davranışa yönelmek ya da başka bir davranıştan kaçınmak için dinde en önemli referans korkudur. En çok da günahtan korkmak öğretilir. Oysa çocukluk döneminde çocuğun hatalar yapması, kendi doğrularını oluşturmadan önce içinden gelen her türlü sese kulak vererek kendi kendine vicdan ve sosyal yargı geliştirmesi çok önemlidir.
Gelişim çağının başında ve somut düşünme evresinde bulunan çocuklar açısından din eğitimi söz konusu olduğunda, çocukların pedagojik olmaktan uzak ve korku temelli bir eğitimle ‘öğretilmeye’ çalışılan soyut kavramları anlaması ve içselleştirmekte güçlük çekmesi kaçınılmazdır. Örneğin bu yaş grubundaki çocuklar, yaptıkları hatanın (günahın) cezası olduğunu öğrendiklerinde bir şeyi akıllarından bile geçirdiklerinde suçlu olduklarına inanıp, olup biten kötü şeylerin kendi hatalarından kaynaklandığına inanırlar. Bu suçluluk duygusu bir süre sonra çocukların içe kapanmasına, depresif duygular geliştirmesine ve davranış bozuklukları yaşamasına neden olabileceği gibi, ailesine ve çevresine karşı daha saldırgan tutumlar geliştirmesine neden olabilir.
Eğitim sisteminde ve genel olarak toplumsal yaşamda iktidarın kendi dünya görüşüne ve yaşam tarzına uygun nesiller yetiştirme yönündeki uygulamaları tüm topluma yönelik fiili bir baskı ve dayatma haline gelmiştir. Bu konuda özellikle eğitim sisteminin ‘tek din, tek mezhep’ anlayışına uygun olarak dini kurallara göre biçimlendirilmek istenmesi kabul edilemez.
Devlet eğitimi ve toplumsal yaşamı örgütlerken bunu dini kurumlara, dini kurallara, söylemlere ya da referanslara göre yapmamalıdır. Özellikle eğitim sistemi ve okullar, dini kurallara ya da faaliyetlere göre değil, evrensel ve bilimsel gerçekler ile toplumsal ihtiyaçlara göre düzenlenmesi gereken kurumlardır. MEB’in görevi, çocukları ve gençleri insanlığın ortak evrensel değerleri doğrultusunda yetiştirmek, çocukların yararını gözetmek, çocuk ve gençlerin kendini gerçekleştirebilmesi için mevcut bilgi birikimine ulaşmasına ve eleştirel düşünce becerisi kazanabilmesine olanak sağlayacak somut adımlar atmak olmalıdır.
Laik bir ülkede devletin, zorunlu din dersi uygulamasıyla bireylerin kişisel inanç alanına girmesi doğru değildir. Devletin belli bir dinin ya da inancın, Türkiye’de olduğu gibi belli bir mezhebin savunucusu ve destekçisi durumuna getirmek yönündeki her türlü girişim ve uygulamaya sadece okul öncesinde değil, eğitimin bütün kademelerinde son verilmelidir.
Eğitim biliminin ortaya koyduğu sonuçlara dayanarak, 20. Milli Eğitim Şûrası’na katılan kurum ve kişileri, okul öncesi eğitime ilişkin politikaların çocuğun üstün yararı ve laiklik ilkesi temelinde oluşturulmasının zorunluluğu konusunda uyarıyoruz. Sendikamız, çocuğun üstün yararını gözeterek öğretmenler, veliler ve çocuklarla birlikte eğitim hakkı mücadelesine devam edecektir.