Hoş Geldin 1 Mayıs! Umut Yan Yana!
01.05.2021 CumartesiHoş Geldin 1 Mayıs! Umut Yan Yana!
1 Mayıs; birlik, mücadele ve dayanışma günümüz kutlu olsun! 1 Mayıs ilk kez 1890’da kutlanırken temel sloganı “8 saat çalışma, 8 saat dinlenme, 8 saat canımız ne isterse!” idi. Bugüne geldiğimizde bu taleplerin hala karşılığı var ve mücadele sürüyor.
Siyasal iktidarın tanımına göre “tam kapanma”, 1 Mayıs gününü ve büyük alanları emekçilere kapatsa da kapanmadan önceki son iki gün kent alanlarında vardık, hem düşüncelerimizle hem de eylemlerimizle yer kapladık. Kentlerimizde 1 Mayıs gösterileri, yürüyüşleri ve kutlamaları çiçekler gibi açtı. Siyasal iktidarların ve sermayenin işçi ve emekçilerin yan yana gelmesinden duydukları korku yan yana gelen emekçilerin sesleri, sözleri ve talepleriyle daha da arttı. Dijital iletişim sahasında yüzlerce çevrimiçi toplantılar ve şenlikler yapıldı ve yapılıyor. Emek, demokrasi ve barış mücadelesi her yerde büyüyor.
Bugün saygı ve sevgi ile andığımız, 1890 yılı 1 Mayıs’ında emekçilerin 6 gün ve 12 saat çalışmaya karşı başlattığı sekiz saat çalışma mücadelesi, biz emekçilerin karşı karşıya kaldığı devasa bir sorun olarak yeniden karşımıza çıktı. Bir yanda 10 milyonun üzerinde işsizler okyanusu, diğer yanda 8 saatin çok üzerinde çalışmaya zorlanan emekçiler! İşsizler, ataması yapılmayan öğretmenler, sözleşmeli öğretmenler, ders ücretli öğretmenler, güvencesiz çalıştırılan özel okulların eğitim emekçileri, Kanun Hükmünde kararnamelerle (KHK) haksız ve hukuksuz biçimde ihraç edilmiş öğretmenler ve bilim emekçileri. Emekleri yok sayılan ve değersizleştirilen bu emekçiler, Eğitim Sen’in yaşamı birlikte ördüğü velilerimiz, Eğitim Fakülteleri mezunları, öğretmenlerimiz, akademisyenlerimiz ve öğrencilerimiz aynı zamanda.
Geleceğe olan güvenini ve umudunu yitirmenin sınırlarında bir yaşam sürdüren gençlerin, diplomalı işsizlerin insan onuruna yaraşır bir yaşam sürdürmesi için harekete geçmek, sanal ya da gerçek 1 Mayıs alanlarında “Umut Yan Yana” diyerek ve eyleyerek mümkün. KHK ihraçları, Yüksek Disiplin Kurulu kararları ile yapılan ihraçlar, okullar ve üniversitelerde derinleşen politik baskılar ve KOD-29 uygulamalarına; gençlerin özgürce yaşamalarını, kendilerini özgürce ifade etmelerini ve asıl olarak kamuda işe girişlerini kısıtlayan “güvenlik soruşturmaları ve arşiv araştırması” da eklendi. Yaşamlarımız etrafındaki siyasal iktidar çemberi giderek daralıyor.
Siyasal iktidar kamusal alanı tasfiye etmeye çalışırken “dindar, kindar” ve boyun eğen bir kuşak yaratmaya çalışıyor. Gençlerin işsizliği sorununu çözmek yerine ‘kendisi gibi düşünenleri, yaşayanları, kendinden olanları’ istihdam etmek istiyor. Reel üretim ve istihdam olanakları artırılmadığı için ilana çıkan az sayıda işler için binlerce kişi iş kuyruğuna giriyor. Torpil, kayırma ve yandaşlık uygulamaları, güvenlik soruşturmaları ve arşiv araştırması ile yasal bir kılıfa bürünüyor; yasal ama kamuoyunun meşru olarak görmediği bir uygulama ile karşı karşıyayız.
Emekçiler, ölümleri önlenebilecekken COVID-19 salgını ve artan iş cinayetleri nedeniyle yaşamlarını yitiriyorlar. Ekonomik ve siyasal krizlerin neden olduğu bir “yönetememe hali” yol açtığı bilim dışı uygulamalar nedeniyle işçiler, sağlık emekçileri ve eğitim emekçileri hayatlarını kaybediyorlar. Sadece son haftalarda Eğitim Sen’in kaydettiği verilere göre 46 eğitim emekçisi yaşamını yitirdi. Siyasal iktidar, gelir güvenceli olmayan bir kapanmayı tercih ederek yine insanları açlığa ve yoksulluğa mahkûm etti. Salgın günlerinde emekçilerin başta yaşam hakkı olmak üzere ekonomik ve sosyal haklarının son derecede geriletildiği bir dönemde yaşıyoruz.
Zor koşullarda çalışan emekçilere bir maskenin bile ücretsiz temin edilemediği, “ekmeğin askıda”, aşı ve testlerin kitlesel ve hızlı biçimde yapılamadığı zor bir süreçten geçiyoruz. Merkez Bankası’nın kasası boşaltıldı, “128 milyar dolar nerede?” sorusunun yanıtını aylardır bekleyen bir ülke durumundayız. Anayasa ve yasalara uyulmayan, Anayasa Mahkemesi’nin aldığı kararlara uymayan, keyfiyetin egemen olduğu bu koşullarda iktidarı sınırlayacak tek gücün emek, demokrasi ve barış güçleri olduğunu biliyoruz.
Anayasa Mahkemesi, sermaye ve siyasal iktidarın politikalarına geçit vererek sözleşmeli istihdamı Anayasaya uygun buldu. MEB’de yüz bini aşan sözleşmeli öğretmen, ders ücretli öğretmen, üniversitelerde sayıları on binleri aşan sözleşmeli statüde istihdam edilen araştırma görevlileri hala güvencesiz bir çalışma sürecine tabi tutuluyor.
Eğitim ve bilim emekçilerinin ekonomik ve sosyal hakları ciddi biçimde geriledi. Enflasyon, kurdaki yükseliş ve vergi yükünün artışı, kısaca pahalılaşan hayat nedeniyle reel ücretler; önemli ölçüde eridi. Yeniden acil uzaktan öğretime yönlendirilen eğitim ve bilim emekçileri ve öğrenciler için dijital eşitsizlikleri ortadan kaldıracak önlemler için bir seferberlik görünmüyor. Yüz yüze eğitime başlanabilmesi başta kitlesel ve hızlı aşılama süreci olmak üzere çok ciddi hazırlıkları, eğitim için ek bütçe hazırlamayı gerektiriyor. Her gün çalışarak, ekmek, su ve diğer temel gıdaları alarak ödediğimiz dolaylı ve doğrudan vergilerin eğitim ve sağlık için kullanılması için bütçe hakkımızı talep etmemiz gerekiyor.
Öğretmenler hiçbir dönemde AKP-MHP iktidarı döneminde olduğu kadar öğretmenlik mesleğinin ve bilim emeğinin değersizleştirilmesi ve mesleki özerkliğin, akademik özgürlüklerin kaybı sorununu yaşamadılar. Eğitim ve bilim emekçilerimiz acil uzaktan eğitimde saatlerce çalışıyorlar. Evleri işyerleri oldu adeta! MEB’in hiçbir ekonomik desteği olmadan bilgisayarın, internetin, gün boyunca kullandıkları elektriğin faturalarını maaşları ile ödüyorlar. Eğitim hizmetinin üretimi için tüm temel girdileri öğretmenler ve öğrenciler kendi bütçelerinden sağlıyorlar. Eğitim emekçilerimiz akşam saat dokuzlara kadar ders, sonra da veli ve öğrenci grupları ile çevrimiçi toplantılar yapıyorlar. 1 Mayıs’a vesile olan 1890’lara döndü emek süreçleri, 12 saatin üzerinde çalışma, haftanın her günü çalışma…
Ataerkil kurumlaşma öylesine güçlenmiş durumda ki kadın emeğinin ağırlıklı olduğu iş kollarında bile üst düzey bürokrasinin neredeyse yüzde 95’i erkek yöneticilerden oluşuyor. Laik, bilimsel, kamusal eğitim dinci vakıf ve derneklerin kuşatması altında ve eğitim emekçilerinin etkin mücadelesini bekliyor. Feshedilen İstanbul Sözleşmesi, kadınların gücünü sınırlayan ataerkil engellemeleri, fiziksel şiddeti ve yaşam hakkı ihlali girişimlerini cesaretlendirmiş durumda.
Salgının ilk yarısında ataması yapılan ama göreve başlatılmayan on binlerce öğretmen aylarca açlığa mahkûm edildi. Öğrencilerin acil uzaktan eğitime katılmaması durumunda ekranın karşısında bekleyen öğretmenlerin, dersin gerçekleşmediği gerekçesiyle ek ders ücretlerine el koyma girişimlerinde bulunuluyor. Öğretmenlerimiz gönüllülük temel alınmış gibi gösterilerek, gerçekte baskının gölgesi altında çağrı merkezlerinde, filyasyon ekiplerinde, VEFA gruplarında, rehber öğretmenler adli süreçlerde çalıştırılmak isteniyorlar. Okul öncesi eğitim öğretmenleri, kalabalık sınıflar ve “bakıcı” rollerine indirgenmiş rolleri ile aşılanmadan yüz yüze eğitime başlatıldılar kapanmadan kısa bir süre önce. Üniveriteler ve MEB’a bağlı idari, teknik ve yardımcı hizmetlerde görev yapan eğitim emekçilerinin ekonomik ve sosyal hakları geriledi, personel azlığından dolayı çalışma yükleri çok arttı, görevde yükseltmelerde liyakati, memur niteliğini dikkate almayan yaklaşımlar nedeniyle haksızlıklara uğradılar. Bilim emekçilerinin aşılanması siyasal iktidarın gündemine hiç girmedi.
Salgın döneminde eğitim hakkına erişim, tüm öğrenciler için sınırlanmakla birlikte özellikle sayıları milyonları bulan yoksul öğrenciler, evlerinde bilgi teknolojisi alt yapısı olmadığı için acil uzaktan eğitime katılamıyorlar. Kız çocukları evde var olan toplumsal cinsiyet rolleri ile sınırlanarak eğitime erişemiyorlar. Küçük yaşta evlilik, istismar ve şiddet gibi kız çocuklarının karşı karşıya kaldığı kötü muameleler onların okul ile bağını koparıyor. Anadili farklı olan çocuklar, başka engellerin yanı sıra, iletişim engelleri ile de karşı karşıyalar. Özel eğitime gereksinme duyan çocuklar unutuldular adeta! Çalıştırılan meslek lisesi öğrencileri ve çocuk emeği sömürüsü, sayıları yüzbinleri bulan göçmen çocuklarının eğitimi, acil uzaktan öğretimde çok ciddi bir sorun olarak eğitim emekçilerinin önünde duruyor.
Şimdilerde ise siyasal iktidar acil uzaktan öğretimi kalıcı hale getirmeyi düşlüyor. Esnek ve güvencesiz çalıştırmanın, eğitim maliyetlerini emekçilere yüklemenin, sokakları yalnızlaştırmanın, toplu taşıma maliyetlerini düşürmenin, kadın emekçilerini çocuk ve yaşlı bakımı gibi geleneksel rollerine döndürerek ücretli iş alanından, kamusal alandan tasfiye edip eve, özel alana kapatmanın yollarını arıyorlar.
Biz ise şunu diyoruz! Hayat eve sığmaz! Yaşamdan yana tavır, yaşamdan yana düşünce ve eylem evlere kapatılamaz! Tüm etkin güçlerimizle bir daha salgınlarla karşılaşmamak için antikapitalist ekoloji mücadelesi içinde doğanın yanında olacağız! Tüm çoğul renklerimizle kamusal alanlarda olacağız! Eğitim emekçilerinin mücadelesini, kamu emekçilerinin mücadelesi ile işçi sınıfının tüm özgül emek, demokrasi ve barış mücadelesi ile birleştireceğiz. Hissediyoruz ki kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiç birimiz!
Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası olarak temel insan hakları ve özgürlükleri doğrultusunda, anadilinde, cins ayrımcı olmayan, eşit, demokratik, laik, bilimsel, parasız, kamusal nitelikli eğitim için umut, birlik, mücadele ve dayanışma ile daha nice 1 Mayıs’ları karşılayacağız! Bugünden tezi yok, gelecek 1 Mayıs’a dek sosyal, demokratik, laik bir ülkeyi ilmek ilmek öreceğiz!